ANAERMENİ SOYKIRIMISİYASET

Türkiye’nin manevi ve siyasi yenilgisi

Yunan tarihçinin Ermenihaber.am’a verdiği röportaj.

“Türkiye’nin manevi ve siyasi yenilgisi kuşkusuz büyüktür”

Ermenihaber.am, Ermeni Soykırımı’nın 106. yıldönümü vesilesiyle Yunanistan’ın Selanik’teki Aristoteles Üniversitesi Pontus Araştırmaları Bölümü’nde araştırmacı olan Tarih Bilimleri Doktoru Theodosios Kyriakidis ile görüştü.

Kyriakidis, bizimle yaptığı bir sohbette, Ermeni Soykırımı’nın ABD Başkanı düzeyinde tanınmasının önemine, Pontus Rumlarının soykırımını tanıma sürecine değindi.

Ermeni örgütleriyle işbirliği olasılıkları ve Türkiye’nin izlediği saldırgan politika hakkındaki gözlemlerini sundu.

– ABD Başkanı Joe Biden, 24 Nisan mesajında ​​Ermeni Soykırımı’nı tanıdı. Sizce Biden’in açıklaması, tanınma sürecine siyasi ve hukuki açıdan ne verecek?

– ABD başkanlık seçimlerinin tarihinde, seçilirlerse bu suçu soykırım olarak tanıyacaklarına söz veren başkan adayları olmuştur.

Ancak başkan seçildikten sonra, olayı tanımlamak için başka formülasyonlar kullandılar.

Aslında bu, ABD Başkanı’nın, suçu soykırım olarak adlandırdığı ilk olay değil.

1981’de Başkan Ronald Reagan, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Ermeni nüfusunun katledilmesine atıfta bulunarak, “Soykırım” terimini kullanmıştı.

Başkan Biden’in açıklamasının hukuki alanda kullanılıp kullanılamayacağını bilemem, fakat bu, elbette, ahlaki ve sembolik önemi olan büyük bir siyasi zafer.

Bunun da tanınma sürecini kolaylaştıracağına ve diğer ülkeleri tanınmaya iteceğine inanıyorum.

Bence şimdiki başkanın “Soykırım” terimini kullanması, zaten ABD’nin bu konuyu ele almaya kararlı olduğunu gösteriyor.

Türkiye’nin izolasyonu ve ABD-Türkiye ilişkilerindeki sorunlar, katkıda bulunan faktörlerdi, bu an er ya da geç gelecekti diye düşünüyorum, çünkü mesele hem tarihsel hem de siyasi olarak olgunlaşmıştı.

Türkiye’nin manevi ve siyasi yenilgisi kuşkusuz büyüktür.

– Ermeni Soykırımı ile birlikte, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki diğer Hıristiyan milletler arasında, Pontus Rumlarının soykırımı da dâhil olmak üzere kitlesel bir imha yaşandı.

Ama görünen o ki, ikincisinin uluslararası tanınması için bir gündem yok.

Neden?

– Bu konudaki kamuoyu tartışmalarının, dolayısıyla soykırımın uluslararası tanınma talebinin, sadece birkaç yıllık bir tarihe sahip olduğu bir gerçektir.

Göz ardı edilmemesi gereken inceliklerden biri, soykırım sırasında Pontusluların alimlerini ve okur yazarlarının çoğunu kaybetmeleridir.

Soykırımı anlatıp gelecek nesillere aktarabilirlecek olan onlardı.

Ancak çoğu, Jön Türkler ve Kemalistler tarafından yargılandı ve idam edildi.

Dahası, birinci ve ikinci kuşak mülteciler, Yunanistan’ın o on yıllarda yaşadığı çok zor koşullarda hayatta kalmak için mücadele etmek zorunda kaldıkları için, çok az vaka dışında tarihe geçmedi.

Pontuslu mülteciler, soykırım ve mülteci travmasından kurtulamadan, kendilerini daha az zor ve acı verici olmayan başka durumlarda buldular.

II.Dünya Savaşı’nın patlak vermesi, Alman işgali, kıtlık ve daha sonra 1946-1949 iç savaşı, Yunan toplumunu tam anlamıyla altüst etti.

Öte yandan travmatik geçmişin hatıralarını tazelememek de siyasi bir tercihti.

1950’lerde iki ülkenin (Yunanistan ve Türkiye) NATO’ya üyeliği ve Kıbrıs sorunu, mültecilerin hafızasını gündeme getirmeye karşı politikalar için elverişli bir ortam yarattı.

Soğuk Savaş koşullarında, siyasi çıkarlar açısından, iki ülke arasındaki iyi komşuluk ilişkilerinin sürdürülmesine bahis yapıldı.

Son olarak, Yunanistan’da bir diktatörlüğün kurulması (1967-1974) soykırımın incelenmesine yer bırakmadı.

– Pontus Rum Soykırımı araştırması ne zaman başladı?

– Pontus Rum Soykırımı araştırması aslında ancak 1980’lerin sonlarında başladı ve araştırmalar ve kamusal tartışmalarda merkezi bir yer işgal etti.

Bu, elbette, kamusal çevrelerde bellek kullanımının başlangıcıyla bağlantılıydı.

Dahası, diktatörlüğün 1974’teki düşüşü, toplumun ve tüm yurttaşlarının duyulması gerekliliğini oluşturdu.

Sivil toplum 1980’lerde dinamik olarak gelişmeye başladı.

Pontuslular söz konusu olduğunda, bu yeni gerçek1980’lerden, fakat özellikle 1990’lardan  beri gözlemlenen derneklerin oluşumundaki patlamaya yansıdı.

Pontus’taki Yunan Soykırımı ile ilgili tanıklık ve anıların yayınlanması giderek artıyordu.

O kuşaktan insanların ve örgütlerin seferberliğinin bir sonucu olarak, Yunan parlamentosu 1994 yılında bir karar aldı ve 19 Mayıs’ı (1919), Pontuslu Rumların anma günü olarak ilan etti.

1998’de Küçük Asya Rumları için benzer bir yasa çıkarıldı ve 14 Eylül (1922), Küçük Asya Yunanlılarını Anma Günü olarak ilan edildi.

Hemen ardından Diaspora Rumlar, potansiyellerini harekete geçirmeye ve yaşadıkları ülkelerdeki politikacılara baskı yapmaya başladılar.

Bu nedenle, bu tarihsel gerçek Amerika Birleşik Devletleri, bazı Avustralya eyaletleri ve diğer ülkeler tarafından kabul edildi.

– Tanıma sürecinde başarılı oldunuz mu?

– Aralık 2007’de Pontus Rum Soykırımının, Uluslararası Soykırım Araştırmacıları Derneği tarafından tanınmasının önemli bir itici güç olduğu unutulmamalıdır.

Dahası, tarihsel araştırmaların derinleşmesiyle birlikte, Rumların da Ermeni Soykırımı’nı işleyen aynı failler tarafından soykırıma tabi tutulduğu anlaşılınca, Pontus Rum Soykırımını tanıyan ülkeler de oldu.

Sorun Rumların, komşu ülke ile çatışma istemeyen devletlerinin desteği olmadan faaliyet göstermeleridir.

Üstelik Pontuslular, sırf bu konuyla ilgilenecek bilimsel veya siyasi bir organ oluşturmadılar.

Yeterli bilgileri olmadan kültürel dernekleri aracılığıyla lobi yapmaya çalışıyorlar.

Rumların soykırımının farklı zamanlarda Osmanlı İmparatorluğu’nun üç farklı bölgesinde (Pontus, Küçük Asya ve Doğu Trakya) meydana gelmesi, konuyu daha da karmaşık hale getiriyor.

Pontus Rumlarının tarihi ve kültürünün araştırılması için kurulan tek kürsünün, devlet finansmanı ile değil, özel finansmanla oluşturulmuş olması tesadüf değildir.

Son on yıl içinde, belki daha yakın zamanda, Pontus Rum Soykırımı’nı araştırmak veya tanınmasını teşvik etmek için bazı organlar ve kuruluşlar kuruldu, ancak bunlar da sınırlı mali kaynaklara sahip özel girişimlerdir.

– Yunanistan ile Türkiye arasında siyasi bir gerginlik var, bazen askeri çatışma tehlikesi de oluşuyor, Kıbrıs’la ilgili beklentiler henüz azalmadı, sizce Pontus Rum Soykırımı meselesi daha kesin olarak gündeme getirilebilir mi?

– Herhangi bir soykırımın sonuçlarını karşılıklı anlayış, uzlaşma, suçların tanınması ve gelecek nesiller için barışçıl bir ortamın yaratılmasının izlemesi gerektiğini düşünüyorum.

Elbette kolay değil, bunun için temel ön koşul suçu kabul etmektir.

İnsanlar, siyasi, ekonomik veya diğer koşullar ne olursa olsun soykırımlarının tanınmasını talep etmelidir.

Tanınma, insanların travmalarının üstesinden gelmelerine yardımcı olduğu için, gelecek nesiller için barışçıl bir geleceğin de garantisi olur.

Bu nedenle, Türkiye’nin tüm tehditlerine rağmen, Yunanistan’ın soykırımın uluslararası alanda tanınması için mücadelesini yoğunlaştırması gerektiğini düşünüyorum.

Ayrıca son yılların tecrübeleri, Yunanistan’ın bu konuyu gündeme getirmeme, gereksiz gerginlik yaratmama politikasının Türkiye’yi yasadışı ve saldırgan eylemlerden caydırmadığını göstermektedir.

Aksine, soykırım uzmanları, soykırımın tanınmamasının, olası tekrarına zemin oluşturduğunun çok iyi farkındadırlar.

– Ermeni Soykırımı’nın tanınması için mücadele eden Ermeni örgütleri ve kurumlarıyla bu konuda nasıl bir perspektif görüyorsunuz?

– Son yıllarda yayımlanan arşiv materyallerinin araştırılması sayesinde geniş bir bilimsel çevre, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki tüm Hıristiyan milletlerin yok edilmesini amaçlayan bir soykırım programı olduğunu fark etti.

Bu nedenle, tarihsel olgunun kendisi genel bir mantığa götürmektedir.

Bu ise, Osmanlı İmparatorluğu’nun Hıristiyan nüfusuna yönelik soykırımın, uluslararası tanınması alanında işbirliği mantığıdır.

Buna ek olarak, Yunanlılar da olgunlaşmaya başladı ve işbirliği deneyimi elde ettiler.

İşbirliği durumunda bu mücadelenin daha iyi sonuçlar verebileceğinin farkında olarak, gelecekte işbirliğinin daha da genişleyeceğine ve uluslararası tanınırlık açısından istenen sonuçları vereceğine inanıyoruz.

– Türkiye’nin geleceğini nasıl görüyorsunuz? Mevcut bölgesel rolün benimsediği askeri-politik rota Türkiye’yi nereye götürebilir?

– Türkiye maalesef demokratik sesleri sınırlayarak, demokratik olmayan bir yoldan gitti.

Türkiye’nin son yıllarda uluslararası diplomaside izlediği siyasi yol, ağır ekonomik şartlarla birlikte, o ülkeye iyi bir gelecek vaadetmiyor.

Pek çok ilerici Türk’ü göç etmeye zorlayan demokratik bir kültürün olmamasının, ekonomik sorunlardan daha önemli olduğunu düşünüyorum.

Kriz, sorunun anlaşılmasına eşlik etmelidir, bunun ise Türkiye’de eksik olduğunu görüyorum.

Yani ülke rolünü bambaşka bir şekilde görmeli ve bölgede istikrar ve barış unsuru haline gelmelidir.

Lakin Türkiye’nin henüz Soykırımın yükünden kurtulup, yeni, barışçıl ve yaratıcı bir şekilde hareket etmesine yardımcı olacak sorumluluğunu kabul etmemiş olması, ne yazık ki komşularla hem iç hem de dış sorunların gelecekte de devam edeceğini göstermektedir.

Yazar: Gorg Kalloşyan

Kaynak: Ermenihaber.am

Daha fazlasını göster
Ayrıca oku
Close
Back to top button