ANASİYASET

Nikol Paşinyan’ın İngiliz medya temsilcileriyle röportajı

Başbakan Nikol Paşinyan İngiliz medya temsilcilerine röportaj verdi.

Röportajın tamamını aşağıda bulabilirsiniz.

Soru — The Guardian: Patrick Wintour — Size bir soru sormayı gerçekten çok istiyorum.

Etrafınız Rusya, İran, Türkiye ve Azerbaycan gibi 4 büyük otoriter ülke tarafından kuşatılmış durumda.

Yakın zamanda bir savaş kaybettiniz.

Batı’ya yaklaşmaya çalışırken, büyük bir risk aldığınız konusunda ne kadar endişelisiniz?

Ayrıca, Ermenistan’ın önümüzdeki on yılda Avrupa Birliği’ne katılma ihtimali yüksek mi?

Başbakan Nikol Paşinyan – Teşekkür ederim, fakat sorunuzda bazı düzeltmeler yapmamız gerekiyor, çünkü etrafımızdaki ülkeleri sıralarken istatistikler doğru hesaplanmadı.

Çünkü İran, Türkiye, Gürcistan ve Azerbaycan komşu ülkelerimizdir.

Rusya Federasyonu ile doğrudan sınırımız yok, fakat elbette Rusya Federasyonu Güney Kafkasya bölgesinde çok önemli ve ciddi bir oyuncu.

Batıyla yakınlaşmamıza gelince, yani sizin formüle ettiğiniz şey, aslında biz hiçbir zaman batıdan uzak olmadık ki, şimdi yakınlaşalım.

Çoğu kişi 2018’deki demokratik, şiddet dışı, kadife devrimden sonra, Batı ile ilişkilerin çok yakınlaştığı örneğini verse de, aslında devrimden önce Ermenistan ve Avrupa Birliği birbirleriyle Kapsamlı ve Genişletilmiş Ortaklık Anlaşması imzalamıştı.

Bu anlaşmanın uygulanması sorumluluğu da hükümetimize düştü.

Elbette demokrasi alanındaki başarılarımız, ilişkilerimizde dinamik gelişme için objektif koşullar yarattı ve yaratıyor.

Lakin demek istediğim, bir an için güncel haber furyaları ve akışlarının dışına çıksak, öngörülemeyen hiçbir şey olmuyor aslında.

Özellikle de, 2018 devriminden sonra, demokrasinin şartlara göre benimsediğimiz bir politika değil, bizim için bir strateji olduğunu da söylemiş olduğumuzu kaydedersek.

Önemli olan bir durum daha var ki, bu, dış ilişkilerin ve güvenlik ilişkilerinin çeşitlendirilmesidir.

Ama aslında çok doğru ve dürüst olmak gerekirse, bu bir sebep değil, sonuçtur, çünkü biz dış ilişkilerimizi çeşitlendiriyoruz, evet, fakat çeşitlendiren sadece biz değiliz, pratikte dünyada, dış ilişkilerini çeşitlendirmeyen hiçbir aktör bulamazsınız, hatta 2022 yılına kadar yeterince çeşitlendirilmiş olduklarını düşünenler dahi.

Herkes dış ilişkilerini çeşitlendiriyor ve elbette Ermenistan da bu yeni trendden kaçınamaz.

Avrupa Birliği ile önümüzdeki dönemde yakınlaşmamıza gelince, Avrupa Parlamentosu’ndaki konuşmamda, Ermenistan Cumhuriyeti’nin, Avrupa Birliği’nin mümkün gördüğü ölçüde, Avrupa Birliği’ne yakın olmaya hazır olduğunu söyledim.

Şimdi bu yoldan ilerliyoruz gibi görünüyor ve özellikle 5 Nisan’da Brüksel’de yapılan üçlü toplantıdan sonra, bize ve Avrupa Birliği’ne bazı “gizli anlaşmalar” atfedildiğinden dolayı, bunu açık bir şekilde yapmış olduğumuzu kaydetmek çok önemli.

Şeffaflığın bizim için çok önemli olduğunu, gündemleri ve sonuçları şeffaf bir şekilde yayınladığımızı kaydetmemiz çok önemlidir.

Evet, Avrupa Birliği ile ilişkilerde bir dereceye kadar yakınlaşma görüyoruz, ancak benim kayıtlarıma göre, burada olağanüstü bir şey olmuyor çünkü bu, Ermenistan Cumhuriyeti’nin yeni benimsemediği bir yol değil.

Soru — The Independent: Kim Sengupta — Sayın Başbakan, Ermenistan’a verilen uluslararası destek hakkında bir soru sormama izin verin.

Bir de, bazı ülkelerin Azerbaycan üzerinde nüfuzu olabilir mi?

“British Petroleum” son dört yılda Azerbaycan’dan 35 milyar dolar değerinde petrol ve doğalgaz elde etti.

Bu, Azerbaycan’ın genişleyen savunma bütçesinin dört katı büyüklüğünde.

Dolayısıyla Birleşik Krallık, British Petroleum aracılığıyla Azerbaycan üzerinde belirli bir nüfuza sahip.

Birleşik Krallık’ın bu kozu kullanmasını ister miydiniz?

Bundan doğan bir sonraki soru ise destekle ilgili, Azerbaycan, Rusya’dan, Türkiye’den ve İsrail’den büyük miktarda silah alıyor.

Ermenistan’ın da Hindistan ve Fransa’dan bazı silahlar aldığını biliyorum.

Ermenistan’ın kendini savunabilecek imkânlara sahip olması için, diğer ülkelerin de müdahale etmesini ister miydiniz?

Başbakan Nikol Paşinyan — Öncelikle, komşu ülkelerdeki ticari faaliyetler, yatırımlar hakkında yorum yapmak istemiyorum.

Şunu söyleyebilirim ki, genel olarak yatırım ortamında ve bölgede barışın sağlanması, barışın tesis edilmesi için, her yatırımın bir çıkarı olması gerektiğini düşünüyorum.

Genel olarak, barışın sağlanmasının uluslararası toplumun ve yatırımcıların çıkarına olduğunu düşünüyorum.

Lakin tabii ki, barışın öncelikli faydalanıcıları Ermenistan ve Azerbaycan’dır.

Kulağa çok teorik gelen bu teorik tez, adım adım objektif bir ifadeye kavuşabiliyor.

Son 5 ayda Azerbaycan’la iki büyük anlaşmaya varmamız özellikle önemlidir.

Ermenistan ve Azerbaycan halklarının barışın yararlanıcısı olması ise, bunun dışavurumudur.

Yani elbette yatırımcılar, evet, elbette küresel ekonomik istikrar, evet, fakat barıştan faydalanan her şeyden önce biziz.

Bu nedenle de, Ermeni ordusunun reformlarına ve modernizasyonuyla ilgili Azerbaycan’dan yapılan bir takım açıklamalar bizi endişelendiriyor.

Neden?

Çünkü sizin de çok isabetli olarak tespit ettiğiniz gibi, Azerbaycan ve Ermenistan’ın askeri bütçe oranlarına baktığımızda orada ciddi bir dengesizlik var ve evet bu oran da, Azerbaycan’ın sizin bahsettiğiniz işlemlerden elde ettiği gelirlerle oluşuyor.

Ancak bizi endişelendiren şey, bu dengesizlik koşullarında dahi, Azerbaycan’ın Ermenistan silahlı kuvvetlerindeki reformlara, silah ve teçhizat alımına çok saldırgan bir tepki vermesidir, ancak hepimiz bu edinimlerin yalnızca savunma amaçlı olduğunu anlıyoruz.

Ayrıca hiçbir ülkenin başka bir ülkenin savaşa hazır bir orduya sahip olma hakkına karşı çıkamayacağını defalarca söyledim.

Savaşa hazır bir orduya sahip olmanın, evet, bazen savaş için kullanıldığını, ancak savaşa hazır bir orduya sahip olmanın, barış için, doğru güç dengesini oluşturmak için de önemli olduğunu kaydetmemiz gerektiğini düşünüyorum.

Bizim silah satın alımımızın, hem mali, hem de hacim olarak Azerbaycan’ın satın aldığı silahların yüzde 15-20’sinden fazla olmaması ve esasen savunma niteliğinde taşıması nedeniyle, Azerbaycan bu konuları gündeme getirdiğinde, bu açıklamaları cevapsız bırakmamamızın nedeni de budur.

Azerbaycan’a, karşılıklı ikili silah kontrolü mekanizması oluşturulmasını teklif ettik.

Yani bu karşılıklı anlaşmalar çerçevesinde silahlarımızı temin edebilelim ve bölgemizde silahlanma yarışını kışkırtmayalım.

Birliklerin, 1991 Alma-Ata Deklarasyonu’nun kaydettiği sınırın iki tarafında karşılıklı geri çekilmesini önerdik ve önermeye devam ediyoruz.

Bu teklif, bu öneri hâlâ geçerlidir.

Bir barış anlaşmasına varmadan önce, bir saldırmazlık anlaşması imzalamayı dahi teklif ettik, çünkü bu çok basit bir anlaşma, özellikle de şimdi 1991 Alma-Ata deklarasyonunu sınır belirleme ve sınır çizme sürecimizin temeline koyduğumuzda, çok basit bir belgedir ve birbirimizin toprak bütünlüğünü tanıdığımıza ve birbirimize karşı toprak taleplerinde bulunmayacağımıza dayanarak bunu yapabiliriz.

Dolayısıyla bu mantıkla çalışmaya devam etmemiz gerektiğini düşünüyorum ve iki ülkenin sınır belirleme komisyonlarının geçen Cuma günü vardığı anlaşma ile bu tür anlaşmaların bizzat istikrara katkıda bulunabileceğini düşünüyorum.

Genel olarak, şöyle bir soru ortaya atalım.

Bakın, askeri bütçelerden bahsediyoruz, fakat elbette istikrarlı ve uzun vadeli bir barış, hepimize bu fonları en azından bu hacimde harcamama ve kalan fonları ülkelerimizin sosyo-ekonomik sorunlarının çözümüne yatırma fırsatı verecektir.

Bu yıl kişi başı gayri safi yurtiçi hâsılada oldukça ilerleme kaydettiğimiz doğrudur, fakat ülkemizde olduğu gibi, Azerbaycan’da da pek çok sosyal sorun var.

İmkân olduğunda ve barış olduğunda, öncelikle her iki ülkenin hükümetlerinin sosyo-ekonomik gelişmelere yönelik bu yatırımları yapabilmesi, ikinci olarak da, bir noktadan itibaren bölgesel ekonomik gelişmeleri de düşünebilmesi mümkün olacaktır.

Aşina olduğunuzu umduğum “Barış Kavşağı” programını da bölgesel ekonomik gelişmeler bağlamında benimsedik ve hayata geçirdik.

Düşüncelerimiz bu yönde.

Yani savaşa hazırlanmıyoruz, barışa hazırlanıyoruz, fakat bir yandan da Ermenistan Cumhuriyeti’ne saldırılmayacağına dair güven oluşana kadar, doğal olarak savunma imkânlarımızı geliştirmek zorundayız.

Üstelik Ermenistan Cumhuriyeti’nin, 29.743 kilometrekareden öteye, ne güney, ne batı, ne kuzey ve ne de doğu yönünde hiçbir toprak emellerinin bulunmadığını söyledim.

Egemenliğimizi ve bağımsızlığımızı bu temel üzerinde inşa edip, geliştirmemiz gerektiğine inanıyoruz.

Soru – The Telegraph ve The Critic: Michael Mosbacher – Mevcut güvenlik sisteminiz etkili olmadı, Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü, Azerbaycan’la yaşanan son çatışmada Ermenistan’a yardım etmedi.

Bu ilişkinin nasıl devam edeceğini düşünüyorsunuz?

KGAÖ’ye üyelik Ermenistan’a ne yarar sağlayacak, ülkenizdeki Rus askeri üslerinin geleceğine ne şekilde olacak?

Başbakan Nikol Paşinyan – Biliyorsunuz bölgesel güvenlikle ilgili sorunları biz barış süreci çerçevesinde öngörüyoruz.

Üstelik barış sürecinin kendisinin, sadece barış anlaşması üzerinde yürütülen çalışma olmadığını vurgulamak çok önemli.

Güvenlik risklerinin azaltılması açısından son derece önemli olan sınır belirleme sürecinin, artık pratik aşamasına girdiğimizi ve bu yolda ilerlememiz gerektiğini belirtmek çok önemlidir.

Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü’ne gelince, orada temel bir sorun ortaya çıktı, çünkü bakın, görünüşte, Azerbaycan’la dahi, birbirimizin toprak bütünlüğünü 1991 Alma-Ata’nın temelinde tanıma konusunda prensip anlaşmasına varabildik ve 1991 Alma-Ata Bildirgesi, sınırlandırma sürecinin siyasi temeli olarak ele alınmaktadır.

Bunu kaydetmemizi istiyorum, pratikte bu ne anlama geliyor?

1991 Alma-Ata Deklarasyonu’nun, görüştüğümüz konular açısından çok önemli iki kaydı var, birincisi, Sovyetler Birliği’nin varlığının sona ermesidir ve bu konuda eski Sovyetler Birliği’nin 12 cumhuriyeti, yani o dönemde bağımsız hale gelmiş olan Baltık ülkeleri dışındaki tüm cumhuriyetler anlaşmaya varmıştır ve eski Sovyet cumhuriyetleri arasında kaydedilen idari sınırlar, devlet sınırları haline gelmektedir.

Yani Ermenistan Cumhuriyeti ile Azerbaycan Cumhuriyeti arasındaki sınırların nereden geçtiğini artık net bir şekilde biliyoruz ve sınır belirleme sürecinin siyasi temeli olarak, Alma-Ata Deklarasyonu’nu almamız çok önemli.

Bu aynı zamanda, Ermenistan ile Azerbaycan arasında yeni bir sınır çizmemize gerek olmayacağı, sadece Sovyetler Birliği’nin çöküşü sırasında var olan ve Sovyetler Birliği’nin sınırları içinde de jure hukuki dayanağı olan sınırları sahada yeniden oluşturacağımız açısından önemlidir.

Peki, tüm bunların KGAÖ ile ne ilgisi var?

Bu ilgi hayli direktir, çünkü Alma-Ata deklarasyonuna göre idari sınır olarak kaydedilen sınırlar, aynı zamanda toplu güvenlikten sorumlu örgütün de sorumluluk alanıdır.

Bu ise, sınırın ihlali durumunda, Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü Güvenlik Mekanizmasının tetiklenmesi gerektiği anlamına gelmektedir.

KGAÖ ile ilişkilerimizde nasıl bir sorun ortaya çıktı?

Mayıs 2021’de, Kasım 2021’de ve Eylül 2022’de bu sınırlar ihlal edildiğinde, Ermenistan, prosedüre göre Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü’nün kriz durumlarına müdahale mekanizmalarını devreye almış, ancak sınırların belirlenmiş olmaması gerekçesiyle bu mekanizmalar devreye sokulmamıştır.

Rusya Federasyonu’ndan da geçenlerde benzer bir açıklama geldi.

Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü’nün o dönemde faaliyete geçirilmediğini, çünkü orada belirlenmiş bir sınırın bulunmadığı veya sınır bulunmadığı belirtildi, ancak ortaklarımız önemli bir şeyi kaydetmemişler, şayet orada belirlenmiş bir sınır yoksa, bu durum, orada Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü’nün bir sorumluluk alanının da olmadığını göstermez mi?

Kusura bakmayın fakat bu, sınır belirleme olmadığından dolayı Toplu Güvenlik Antlaşması Örgütü’nün de olmadığını belirtmiş olduklarını ifade etmektedir, örneğin, Rusya ve Japonya arsında da sınır belirleme (delimitasyon) yapılmamıştır.

Üzgünüm, ortaklarımızın böyle bir niyeti olmadığını biliyorum, fakat aniden böyle bir durum hâsıl olursa, örneğin, Rusya’nın bazı ülkelerle belirlenmemiş sınırları var, aniden böyle bir fikir oluşsa ki, herhangi bir ülkenin ordusu Rusya Federasyonu topraklarına girse, belirlenmemiş sınırlara, Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü herhangi bir şekilde tepki vermeyecek mi?

Bu ise, üye ülkeler olarak Rusya’nın, Ermenistan’ın ve diğer ülkelerin güvenebilecekleri bir mekanizma olarak, Kolektif Güvenlik Anlaşması örgütünün olmadığı anlamına gelir.

Bizim sorunumuz şudur, prensipte güvenilmemesi gerektiğinden dolayı, güvenmeye değmeyecek bir organizasyona güveneceksek, üstelik sadece biz değil, diğerleri de bu organizasyona güvenemeyecekse, bu ise teşkilatın tepkisi ve bazı üye devletlerin açıklamalarıyla gerekçelendiriliyorken, toplumumuz, neden hala Kolektif Güvenlik Antlaşması Örgütü’ne üyeliği sürdürüyorsunuz diye soruyor.

Dürüst olmak gerekirse bu soruya verecek bir cevabım yok.

Soru – Adam Smith Enstitüsü: James Price – Sizce Azerbaycanlılar ve hatta Ruslar ilişkileri normalleştirme arzularında ne kadar samimiler, yoksa sadece ilerdeki düşmanca veya saldırgan eylemler için daha fazla zemin mi hazırlıyorlar?

Başbakan Nikol Paşinyan – İlişkilerin çeşitlendirilmesinden bahsederken, herkesin ilişkileri çeşitlendirdiğini söylediğimde, şimdi Rusya da Güney Kafkasya’da ilişkilerini çeşitlendiriyor ve bunu bizden önce başlattı.

Bu arada, KGAÖ’nün sorunu burada başladı, çünkü artık Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü’nde ve örgütün konumundan ve genel olarak ve oldukça uzun bir süredir, üstelik 2020 savaşından önce dahi Rusya, Azerbaycan ve Ermenistan arasında eşit politika yürütüyor.

Bölgemizdeki ilişkileri çeşitlendirme politikasının aslında Rusya Federasyonu tarafından başlatıldığını ve bunun da söylediğimiz gibi belirli bir tarihi olduğunu belirtmek isterim.

2012-13’e kadar Rusya’nın politikasında, Ermenistan Güney Kafkasya’da Rusya Federasyonu’nun müttefiki, Azerbaycan ise ortağı iken, üstelik Azerbaycan da Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü çerçevesinde, bu durum, Ermenistan’ın güvenliğinin Kolektif Güvenlik Anlaşması sayesinde sağlanması gerektiği anlamına gelmelidir.

Ancak 2013 yılında Rusya ile Azerbaycan arasında milyarlarca dolarlık silah anlaşması imzalandı ve bu, Rusya Federasyonu’nun Azerbaycan ile ilişkilerini çeşitlendirmeye başladığı noktadır.

Herkesin dikkatini Rusya ve Azerbaycan’ın 21 veya 22 Şubat 2022’de stratejik ortaklık deklarasyonuna imza attığı olgusuna çekmek istiyorum.

Esasen bu deklarasyonda siyasetin koordinasyonunun gerekliliği belirtiliyor ve bu kamuya açık bir belgedir ve ülkeler tarafından ilan edilenlerin (güvenlik sektöründe işbirliği, politikalar üzerinde istişareler vb.) gerçekleştiği kaydedilebilir, aksi takdirde beyanın hiçbir anlamı olmazdı.

Yani bu ülkeler şayet uygulaymayacaklarsa, neden bu deklarasyona imza attılar?

Özellikle bundan önceki koşullarda, bu deklarasyonun imzalanmasından önce, Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü’nün Ermenistan Cumhuriyeti’ne karşı yükümlülüklerini yerine getirmediği en az iki dönem boyunca açıkça kaydedilmişti.

Geçtiğimiz günlerde, Rusya Federasyonu’ndan ortaklarımızın Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü’nden barış güçlerini Ermenistan-Azerbaycan sınırına göndermeyi teklif ettiklerini söylemeleri üzerine, çok ilginç bir kayıt düşüldü.

Kusura bakmayın, fakat bu, Toplu Güvenlik Örgütü anlaşmasının işlevselliğini yok eden bir açıklamadır, çünkü Ermenistan-Azerbaycan sınırına barışı koruma görevlisi veya barış yapıcı olarak değil, Ermenistan’ın müttefiki olarak gelmesi gerekirdi.

Ermenistan KGAÖ ile ilgili şunu söyledi, bunu söyledi, Ermenistan KGAÖ ile ilgili şunu yaptı, bunu yaptı deniyor, fakat Ermenistan KGAÖ’ye hiçbir şey yapmadı.

 KGAÖ’ye ne yaptıysa, beyanıyla, eylemleriyle ve eylemsizliğiyle KGAÖ’nün kendisi yaptı.

Bu koşullar altında tüm bunları fark etmiyormuş gibi davranamayız.

Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü’ne katılımımızı bugün fiilen dondurduk ve benim gördüğüm kadarıyla, şayet örgüte katılımımızı yenilemek imkânsızlık çizgisini aşmadıysa da, böyle devam ederse, yani ifade ettikleri siyasi pozisyonlarla çizginin aşılacağı da aşikârdır.

Yani en azından Kollektif Güvenlik Anlaşması Örgütü’ne yeniden katılımımız fiilen imkânsız hale gelecektir diyebilirim.

Soru – The Guardian – Lewis Baston – Teşekkür ederim Sayın Başbakan.

Geçenlerde sınırlar hakkında bir kitap yazdım.

Bir zamanlar Dağlık Karabağ’da yaşayan ve şimdi Ermenistan Cumhuriyeti’ne yerleşmiş olan, yerinden edilmiş kişilerin sorunlarıyla ilgileniyorum.

Anladığım kadarıyla kısa vadeli politika barınma, eğitim, istihdam vb. konularda yardımcı olmaktır.

Bu ise, bu insanlar için uzun vadeli gelecek sorununu gündeme getirmektedir.

Geri dönüş hakkının bölgede kapsamlı bir çözümün parçası olduğunu düşünüyor musunuz, yoksa bu sayfa kapandı ve Dağlık Karabağ’ın eski sakinleri de Ermenistan toplumu ile birlikte, mevcut sınırlar içinde sıkışmış vaziyette gelişmeye devam etmeli mi?

Başbakan Nikol Paşinyan – Politikamız şu şekildedir, Dağlık Karabağ’dan zorla yerinden edilen kardeşlerimizin gerçekçi olarak Dağlık Karabağ’a dönme fırsatı veya arzusu yoksa, onların Ermenistan’da kalmalarını sağlamak için elimizden geleni yapacağız.

Şunu da belirtmek isterim ki, son bölgesel ziyaretlerden birinde Dağlık Karabağ’dan zorla yerinden edilmiş bir kadın yanıma gelerek şu soruyu sordu, Dağlık Karabağ’a dönme imkânımızın olması ne kadar gerçekçi, lütfen bana doğrudan ve dürüst bir şekilde cevap verin.

Ona dedim ki, sana doğrudan ve dürüstçe cevap vereceğim, oluşan durum ortamında ve bölgemizde var olan algılar, Azerbaycan’da var olan algılar, Dağlık Karabağ Ermenileri arasında var olan algılar ve bu algılar koşullarında bunu gerçekçi bulmuyorum.

Dedim ki, sizi kandıramam çünkü gerçekçi olsaydı, Dağlık Karabağ’dan tehcir yaşanmazdı.

Lakin şunu da belirtmek gerekir ki, Ermenistan Cumhuriyeti hükümeti her şeyi yapmaya çalıştı, üstelik Eylül 2023’ün son günlerinde bizi suçladılar, elbette böyle bir şey yoktu, fakat bu çok önemlidir, o dönemde Dağlık Karabağ’da faaliyet gösteren yetkililer ve bazı çevreler bizi, Dağlık Karabağ halkının kurtarılıp, Ermenistan Cumhuriyeti’ne taşınmasına Ermeni hükümetinin izin vermemesiyle suçladılar.

O zamanki düşüncemiz şuydu.

Kendi açımızdan koşullar yaratmak için her şeyi yapmak istedik, çünkü Dağlık Karabağ halkının zorla yerinden edilmesinin ve etnik temizliğin önlenmesi için mümkün olan her şeyi yapmak, tamamen kararlarımızın kapsamına girmediği anlaşılır, fakat çabalarımız sonuç vermedi.

Tam tersine, geniş kapsamlı emellerle Ermenistan Cumhuriyeti’ni savaşa sürüklemek isteyen güçler açıkça vardı.

Önceki sorulara yanıt olarak, Ermenistan Cumhuriyeti’nin Dağlık Karabağ için savaşa girmeye niyeti olmadığını söyledim.

Ermenistan Cumhuriyeti’nin uluslararası alanda tanınan sınırların ötesinde bir hedefi olmadığını söyledim.

Sınır belirleme sürecinde Ermenistan Cumhuriyeti’nin toprak bütünlüğünün yeniden sağlanacağını da umuyoruz.

Bu arada, sınır belirleme sürecinde, bugün alınan kararlarla zaten samimiyetimizi gösterdiğimizi düşünüyorum.

Samimiyetimizi gösterdik, çünkü biz başka bir şey de yaptık, Azerbaycan köylerinde, özellikle Ghızılhacılı, Kheyrumli, Aşağı Askipara, Bağanis-Ayrum isimli, artık insanların yaşamadığı 4 köyde insanların hayatı mümkün olsun diye, yaşamak mümkün olsun diye kendi yetki alanı dâhilinde Ermenistan Cumhuriyeti Hükümeti’nin adımlar atmaya hazır olduğunu kaydettik.

Ancak aynı sürecin sonucunda Ermenistan Cumhuriyeti’nin Bağanis, Voskepar, Kirants, Berkaber köylerinde de insanların stressiz yaşamlarının, bu insanların kendi evlerinde yaşamalarının, aile kurmalarının, güvenlik korkusu olmadan çocuk sahibi olmalarının mümkün hale gelmesi gerektiğini de belirtiyoruz.

İşte, Ermenistan ve Azerbaycan hükümetlerinin teorik barış gündemini somut barışçıl gerçekliğe dönüştürebilmesi gereken nokta budur.

Bu alanda yerel bir mesele üzerinde mutabakata vardığımız doğrudur ve ancak bu yerel meseleye ilişkin anlaşmaların uygulanma kalitesi, barış gündemine ve barış ihtimaline olan inancı artıracak veya azaltacaktır.

Bunun hem Ermenistan kamuoyunda, hem de Azerbaycan kamuoyunda barışa olan inancı artıracağına ve sonuçta belli bir güven de oluşturacağına inanıyorum.

Kabul edelim ki, derin bir güvensizlik var.

Ayrıca, dikkatli davranılırsa gelişebilecek, dikkatli davranılmazsa çökebilecek olan güveni molekül molekül inşa etmeye çalışan sınır belirleme komisyonu üyeleri ve iki eş başkan tarafından yapılan çalışmalar için de takdirlerimi ifade etmek istiyorum.

Bu komisyonlara Ermenistan’dan Başbakan Yardımcısı Mher Grigoryan, Azerbaycan’dan ise Başbakan Yardımcısı Şahin Mustafaev başkanlık ediyor.

Soru – BBC: Giles Fraser – Ermenistan dünyadaki en eski Hıristiyan ülkedir.

Acaba kiliselerin, haçların, mezar taşlarının süregelen yok edilmesini anlatabilir misiniz?

Başbakan Nikol Paşinyan — Biliyorsunuz manevi değerlerin fiziksel ifadesi vardır ve Hıristiyanlık için bu hiç de ikincil değildir.

Genel olarak tarihi ve kültürel eserlerin korunması sorunu ciddi olup, özellikle çatışma bölgelerinde bu sorun daha da ağırlaşmaktadır.

Burada bölgede o güven ortamını yaratmamızın, o düşmanlık atmosferini aşabilmemizin de çok önemli olduğunu düşünüyorum.

Biliyor musunuz?

Taşınmaz kültürel ve tarihi-kültürel eserlere karşı olumsuz tavır sergileyen insanlar, aslında birbirlerine düşmanlık ifade ediyor,

Yani aslında cansız bir anıt, değil mi?

Taşınmaz bir anıta saldırıp, zarar vermeye gerek yok gibi görünüyor.

İnsanlar birbirlerine düşmanlıklarını bu şekilde ifade ediyorlar.

O sorunun çözümü yine düşmanlığı yenmektir, tabii ki o anıtların, özellikle de kiliselerin bir tarihi var, o tarihten gelen bir ruhu var, bunlar kutsal mekânlardır, fakat kutsal alanlara bir şekilde saygısızlık etmek, zarar vermek de aynı şekilde bir düşmanlık ifadesidir.

Yani, tamam, düşmanlık kalsın, derinleşmeye devam etsin, fakat biz anıtların güvenliğini sağlayalım dememiz mümkün değil.

Anıtların güvenliğini sağlamak, ancak o anıta bakarken insanların düşmanlık hissetmediği, ya da en azından çok yüksek amaçlar hedefler koymadıklarında, hislerini yönetebildikleri zaman mümkündür ve bunu barış gündeminin bir parçası olarak görüyorum.

Şunu da söylemeliyim ki, tehlikeli bir terim daha var, o da anıtların korunması hareketidir ve bu konuda tutarlı olunması çok önemlidir, fakat aynı zamanda düşmanlığın daha sonra daha da derinleştirmek için kullanılmaması son derece önemlidir.

Yani bu da var ve her ne kadar objektif olarak gerçekleşse de çok ince bir nüans, çünkü birinin kutsallığına saygısızlık edilirse, düşmanlık duygusu doğal olarak derinleşir.

Şayet bunun olmasını istemiyorsak, barış gündeminin uygulanmasında tutarlı olmalıyız, çünkü bu ayrı bir konu değil, bu barış gündeminin meselesidir.

Tüm sorunların çözümünü, Ermenistan ve Azerbaycan arasındaki barış gündeminin üç temel ilkesi etrafında barışın inşasına dönülerek öngörüyorum.

Unutulmamalıdır ki, Ermenistan ile Azerbaycan arasında barışın üç temel ilkesi kaydedilmiştir, bunlardan ilki, Ermenistan ve Azerbaycan, 1991 Alma-Ata Deklarasyonu’na dayanarak birbirlerinin toprak bütünlüğünü ve egemenliğini tanır, ikincisi, Ermenistan ve Azerbaycan, Alma-Ata Bildirgesi’ni sınır belirleme için siyasi bir temel olarak ele alır, üçüncü olarak da bölgesel iletişim kanallarının, ülkelerin egemenliği, yargı yetkisi altında, karşılıklılık ve eşitlik ilkesine dayalı olarak açılması gerektiğidir ve bu üçüncü ilkeye Barış Kavşağı projesinde yer vermiştik.

Bu ise, önceki iki ilkeyle birlikte, düşmanlığın üstesinden gelmek için çok önemli bir araçtır.

Daha fazlasını göster
Back to top button